Birinci Bab: Herkes Bir Sebepten Ölür

Yazdığım kitaptaki karakterlerden biri, parkın ortasında başını eğmiş bir çiçeği, yeterince mutlu gözükmüyor diye paylıyordu. Sanki mutsuz insan artık öngörülebilir, hatta beklenen bir şey, fakat mutsuz doğayı aklımız almıyor. Bir köpek efkarlı durunca, bin üzgün insan görmekten daha hüzünlü bir his oluşuyor içimizde, bir çiçek başını eğince ona sinirleniyoruz, çünkü mutlu ve kayıtsız olması gereken doğa dahi depresif ve varoluşsal bir sancı içindeymiş gibi geliyor.

Herkes bir sebepten ölür, sorun değil bu. Asıl önemli olan anlamlandırılmış bir yaşamı yaşayabilmek ya da en azından buna uğraşabilmektir. Konfor alanından çıkamayan insanların da kendine has rahatsızlıkları vardır. Hiçbir konfor alanı “yeterince” konforlu değildir. Aslında tüm bu varoluşsal problemlerin sebebi o “asıl” değişmeyene asla erişemiyor oluşumuz, diyalektik olarak yaşam sürekli atomik düzeyden fiziki çevreye kadar her an değişiyor ve biz her şey sadece dursun istiyoruz, dursun ve öyle kalsın. Oysa akıp gidiyor, akıp gidiyor, bir daha yıkanılamıyor.

Dünyanın ilk itki ile dönmeye başladığı günden, yakında -muhtemelen- yok olacağı güne kadar geçen sürede yaşayan tüm insanların toplamından daha fazla bilgi sahibi olmamıza rağmen artık ne bilgi ne para ne ün… Hiçbir şey tatmin edemiyor bizi. Elbette bazı olaylar, sahiplikler, haberler “bir anlığına” yaşamı ve onun geçiciliğini unutturup haz almamızı sağlıyor. Sonra, yaşadığımızın bilincine varıyoruz ve yeniden varoluşsal bir sorgu başlıyor. İnsan, ölümü düşündüğü zamanlarda değil, onu unuttuğu zamanlarda mutlu olur. Tam da bu yüzden talihsiz bir canlıdır çünkü doğadan tek farkı geleceği tasarımlayabilmesidir, en kesin tasarı ise, bir noktada öleceğini bilmektir.

Bir noktada öleceğini bilmek yeterince kötü değilmiş gibi bir de o noktaya sürüklenirken yaşanan yaşamın anlamsızlığı eklenince, insan kendini hiç eğlenmediği bir gösterinin ortasında, hem de o gösterinin önemsiz bir elemanı olarak buluyor. Aslında, yapabileceği hiçbir şey yok. Ne yaparsa yapsın: Unutulacak, tüketilecek, suyumuz çıkana kadar zamanın içimizden akmasına izin verecek ve öleceğiz. Bizim ve bizden öncekilerin, ayrıca bizden sonrakilerin de kaderi bu: Potansiyel posalarız ve ancak öldüğümüzde nihai bir eylem göstermiş olacağız, çünkü o noktadan sonra bir eylem olmayacak, son hamlemizi oynayıp gideceğiz.

Zaman geçirmek için yaptığımız şeylerin iyi ya da kötü olmasının da pek bir anlamı yoktur aslında. İki yüzyıl sonra kimse çevreci mi yoksa ağaçlara tekme atan biri mi olduğunuzu bilmeyecek, kimse sizi hatırlamayacak ve bıraktığınız iz o kadar silik olacak ki onu arayıp bulmak için kendi “yaşam zamanlarından” fedakarlık yapan birkaç insan hariç bütün insanlık için koca bir hiç olacaksınız, o da bir ihtimal…

Bu yüzden ne yapıyorsanız, yapmaya devam edin ve unutmayın: Bunların hiçbir önemi yok. Herkes bir sebepten ölür, sorun değil bu.

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

Comments (

0

)

%d blogcu bunu beğendi: