
Yürürken, altımdan yol ve aklımdan düşünceler… Aslında her şey akar. Tıpkı zamanında bir filozofun dediği gibi. Yürürken, dururken, yaşarken. Akan şeyler içinde akıp giden bir kum saatiyle yiten bir hayat. Artık dumanı tütmeyen yemekleri yemek gibi, bu yürüyüşler de tat vermez oldu. Yalnız yürünmüyor.
Sen gittiğinden beri… Çok klasik oldu. Sen yittiğinden beri, merhamet namına içimde ne varsa kaybettim. Üzüldüğüm zamanlar mutlu olduklarımı geçti. Işıklılıklarım yitti. Demiş miydim, yürüyüşler bile tat vermez oldu. Oysa yürümek, tam da tatsızlığa tat olsun diye yapılan bir şeydi seninleyken.
Saatime baktığımda artık aynı numaraları görünce mutluluktan attığım küçük çığlık yok. Çiçeğe su verirken, “ah, yine düştün aklıma” şarkısını söylemiyorum. Makarnaya domates sosu yerine kabuğu soyulmuş domatesleri rendelemeyi bırakalı bir hayli oldu. Gazeteleri alıp, komik köşe yazarı vesikalıkları biriktirmek de tarih oldu. Hikayelerin en heyecanlı yerinde susup, bilmiş bilmiş baktığımda, insanlar gülmüyorlar artık. Hoş, önceden de gülmezlerdi, şimdi hepten delirdim sanıyorlar.
İyi huylarımı bir bir yitirdim, yitirdikçe de kumbara gibi bir kara delikte biriktirdim. Ruhumun zenginliklerini bozdurmuş gibi, yavan ve heyecansız bir insan oldum çıktım. Sırf birini kaybetmek bu kadar etkiler mi insanı, hele böyle bir devirde? Etkiledi. “Alışırsın gülüm, alışırsın kalbimin kızıl saçlı bacısı, ancak bir yıl sürer, yirmi birinci yüzyılda ölüm acısı,” yalanmış. Daha çok, çok daha çok sürüyormuş. Acısı değilse bile, tatsızlığı.
Yolun ortasına geldiğimde, soluma dönüp “çoğu gitti azı kaldı,” diye fısıldamıyorum. Bir türlü beceremiyorum alışkanlıklarımı unutmayı da. Her telini ayrı ayrı bildiğim bir sazın, akordu bir türlü düzelmeyen türküleri gibi her çalındığımda iyi olduğum zamanları hatırlatıyorum sadece. Bir insandan ziyade, geçmişteki mutlu bir insanın kabuğu gibiyim. Şarkılarım biliniyor, benden geldikleri de kuşku götürmez, yine de bir daha söylenemezlerdir. Ne acı.
Yol bitiyor gibi olunca, tekrar başa doğru yürüyorum. Senden bana yadigar… Çok klasik oldu. Senden bana kalan, bir tek bu yolda yürüme hissi kaldı. Geri kalan ne varsa ya karardı ya da çerçevesini bildiğim fakat içini kesip attığım resimlere döndü. Bir zamanlar edilmiş bir dansın, figürlerini öğreten tebeşirle çizilmiş izler gibi, yolda yürüşümüzü tekrar tekrar dans ediyorum şimdi. Bana kalan son eserin bu oldu. Ben de izleyip izleyip duruyorum.
Tünelin ucundaki ışık, başka bir karanlığa çıktı. Hatıranın peşinden koşamıyorum bir türlü. Yine de yürüyorum. Her şey akıyor.
Sağ, sol, sağ, sol. Çoğu bitti azı kaldı.
Bir Cevap Yazın