Onuncu Bab: Pulsuz Mektup

Sevgili Kahor,

Sana bu mektubu belki hayatın boyunca görmeyeceğin, gidemeyeceğin, gitsen bile deneyimleyemeyeceğin bir dünyadan yazıyorum. Tam olarak nerede olduğunu, ne yaptığını, bunu okurken ne hissedeceğini bildiğimden, bunu da adım gibi biliyorum: Sen burada bulunamazdın, o yüzden bu mektubu okumak, sana beni hatırlatsın, bir nebze.

Babanın dükkanının önünde, elinde ikinci sigaranla bu mektubu okuyorsun. İlkini mektubu aldığında yaktın. Okurken karşılaşacaklarına hazırlıklı olmak için de ikinciyi yakıp okumaya başladın. Hala, kafanın üzerinde kalmış üç tel saçını sağa tarıyorsun. Hala, bir lanet gibi önünden giden göbeğine sövüp terli terli yürüyorsun. Hala, mutsuzsun. Belki de, bazılarımızın kaderi mutluları seyretmektir, hiç böyle düşündün mü? Belki, bazı insanlar sadece diğerlerinin turnusol kağıdı olmak için var oluyordur cihanda? Ben de kendi kağıdım olan seni, bazı bazı hatırlayıp, mutlu olduğum için üzülüyorum. Zaman zaman, seni senden kurtarmaya çalışmakla lanetlenmiş bir sevgim olduğunu hatırlayıp, efkarlandığım dahi oluyor. Fakat, kurtulmak istemeyen bir mahkumu en küçük zindanlardan bile çıkaramayacağımız gibi, kurtulmak isteyeni de steplerce toprakla sınırlayamayız. Bunu anladığımda, kalbimdeki çiçeğe su vermeyi bıraktım; sen, ancak efkarıyla yaşayabilen insanlardansın; seni mutlu etmek, birinin sana yapabileceği en büyük kötülük olur. Pusulan şaşmış gibi yönsüz kalırsın. Bu yüzden, eceline kadar melankoline karış, hiç mutlu olama.

Senden ayrıldığım o ilk günlerde, ağlaya ağlaya yazdığım dörtlüklere şimdi bakıyorum da, zaman geçtikçe içlerindeki ruh da çekilmiş gibi görünüyor gözüme:

Dağların üstünde dumanlar tüttükçe,
Bu türkü çalsın kulaklarında,
Benim seni sevdiğim zamanlarda,
Kimse seni sevmiyordu, bunu unutma.

Ne kadar genç, ne kadar duygu doluymuşum, değil mi? İçimdeki şairi öldürmeden önce, ben de senin kadar sanatçıydım hani. Fakat, senin o kendinden başka kimsenin hayaller ve cümleler kuramayacağına inancın, herkese ve her şeye üsten bakan tavrın; sanki asırlar sonra değeri anlaşılacak diye, bize gösterip heba etmek istemediğin öykülerin, nerede şimdi? Babanın bakkalında bir çekmecede çürüyorlar mı, yoksa boktan bir edebiyat dergisinin, hiç okunmayan köşelerinden birinde cana mı geldiler? İstediğin gibi büyük biri olamadın biliyorum, fakat, bizim küçük öykümüzü bitirdiğine değdi mi?

Buraya ilk geldiğimde, sanki zamanın başka bir iline taşınmış gibi oldum. Senden kaçmadığıma, sadece değişiklik istediğime kendimi inandırmak istedim. Oysa, her köşe başında seninle karşılaşma ihtimalim olmayan bir yerde olmak, iyi geldi bana. Kahor, dürüst ol; sen hiç, birini sevdin mi? Yani, gerçekten sevmekten bahsediyorum. Şarkılardaki, filmlerdeki gibi değil; boktan masallardaki gibi hiç değil; insan gibi, içinden atamayacak gibi, sevdin mi birini hiç?

Bende kalan resimlerini iki gün önce yaktım. Telefonumda kalan izlerini sildim. İkincisi daha kolay oldu. Pek sevmezdin teknolojik şeyleri, “yapay tüm bunlar, gerçek bir iletişime benzemiyor,” derdin. Hah, haspam! Sanki hayatında herhangi biriyle gerçek bir iletişim kurabilmişsin gibi. Arkadaşlıkların hep belli süreler içinde olup bitiyordu. Hiç dostun yoktu, akrabalarını sevmiyordun. Kimseye bir iki saatten fazla katlanamıyordun. Sonra bir de, bunu dünyanın suçu etmiştin! Herkes neden sana karşı olsundu, Kahor? Kendi hapishaneni kendin tuğla tuğla inşa ettin, sonra “beni insanlar buraya hapsetti,” dedin. Bu yalana kim inanır cidden?

Eminim şu an bir roman yazıyorsundur, hatta bitmek üzeredir: Kafanın içinde. Her şey kafanın içinde olup biterdi zaten. Dışına pek bir şeyi çıkaramadın. Oysa yapmak istediklerin hep dışarıda olup bitti. Kalkıp iki adım atamadın. Ben bile, o kadar yoldan sana gelmeme rağmen, sen benimle yürüyemedin bile, tıkandın. Oysa hayat, ancak yürüyerek ilerler Kahor; hem yalnızlık, hem durmak… Ancak Allah’a mahsustur.

Şimdi dördüncü sigaranı yakıyorsun. İçinden, “madem o kadar tanıyordun beni, beraber gitseydik,” diyorsun. Seninle hiçbir yere gidilmez Kahor, sen insanı en güzel manzarada ekersin, kötü zamanlara kadar bile kalmazsın. İyi ki orada kaldın diyorum bazen, eğer imkanın olsaydı; sadece beni değil, tüm dünyayı çileden çıkarırdın sen.

Bu, sana yazdığım son mektup… Çok klasik oldu. Bu, benimle son konuşman. Sana cevap hakkı vermiyorum, çünkü zaten tüm cevaplarını biliyorum. Defalarca çözdüğüm, defalarca kaldığım bir testsin. Artık seni çözemediğim için başarısız bile hissetmiyorum, çünkü çözülmek istemiyorsun.

Babana selam söyle, anneni benim için öp. Kardeşine de arada bir sarıl. Biraz insan olsan, Kahor’luğunu kaybetmezsin inan. Beni de sevdiğini unut artık, başkasını suçla içindeki boşluk için; ta oradan geliyor, kafandaki şeytanların iç karartan sesleri.

Son veda, elveda ve bütün vedalar.

Seni bir zamanlar seven,

“Çobo”

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

Comments (

0

)

%d blogcu bunu beğendi: