On Birinci Bab: Kahor’un Ruh Dükkanı

Her şey olup bittiği haliyle hatırlanır, fakat olurken yaşanır. Kahor ise bir şeyler olup biterken onları hatırlıyor gibi sisli bakışlarla izlerdi mahalleyi. Sanki, olanlara bakarken bir yandan onları unutuyor, sonra yeniden hatırlıyordu. Zamanın gerisinden yürüyor, fakat yine de epey ilerisinden geliyordu. Dükkanı da bakışları gibi ilginçti; bir yanıyla eğlenceli, diğer yanıyla korkunç.

Dışarıdan bakanlar, dükkanını bir peruk veya kostüm mağazası sanabilirdi. Vitrininde sergilenen gözlükler, peruklar ve çeşitli elbiseler, bir tür butik gibi görünmesini sağlıyordu. Fakat, Kahor’un dükkanında ne oluyorsa, arkadaki gizli odada olup bitiyordu. Ancak oraya hiç girmemiş birinin bunu bilmesi imkansızdı, giren birininse anlatması çok zordu. Gizemli bir sisin ardında, çığ gibi büyüyen bir merak içinizi yer bitirirdi. Yine de hafiften çekinir, içeri girmekten korkardınız. Çünkü, insan bildiği tehlikelerden korkar, bilmedikleri karşısında ise dehşete kapılır. Savaşa hangi silahıyla gitmesi gerektiğini bilmeyen bir asker, daha yaralanmadan ölmüş sayılır. Uzaktan izlemekle yetinirdik; fakat şunu çok iyi bilirdik ki, Kahor’un dükkanına giren insanlar, çıkan insanlarla aynı kişiler olmazdı.

Bir gün, merakıma yenilip içeri girdiğimde, yaptığım plana göre peruklardan birinin fiyatını soracak ve acele adımlarla dükkanı terk edecektim. Kapıyı ittiğimde bir zil sesi çınladı. Kahor, büyükçe bir tezgahın ardında, benim geleceğimi önceden biliyormuş gibi gözlerini gözlerime dikti. “Ah,” dedi, “Küçük Muaf nasıl da büyümüş!” Sesi bir erkeğe göre çok tiz kalıyordu. “Muaf Marduk, değil mi?”

“Evet,” dedim boğazımdaki tıkanıklığı küçük bir öksürükle temizleyerek, “peruk…” Tam burada sözümü kesti. “İkimiz de bu teller,” elleriyle bir peruğu okşuyordu, “için gelmediğini biliyoruz, Muaf.” Gözlerime sanki hatıralarıma bakıyormuş gibi bakıyordu. Geçmişimde geziyor, söylemesi gereken şeyi bulmaya çalışıyordu. İşin garibi, ona bu yolculukta rehberlik ediyordum.

“Kiminle konuşmak istiyorsun,” diye sordu usulca, “kendinle mi?” Bunu söylerken tezgahın arkasından tam da o gün giydiğim renkte bir gömlek çıkarıp, gövdesine tuttu. Diğer eliyle de saçıma benzeyen bir peruğu işaret etti. Sorar gibi baktım, ağzım mühürlenmiş gibiydi. “Burada,” dedi, “istediğin herhangi biri olurum,” gülümsedi, “sen de onunla konuşursun.”

“Hera,” diye fısıldadım, “Hera olabilir misin?”

“Hera Henat…” Parmaklarını çenesinde gezdirdi. “Hatırlıyorum sanırım, evet!” Birden hareketlendi, üzerine çiçekli bir elbise ve kahverengi uzun bir peruğu geçirip arka odaya gitti. Kapıyı aralık bıraktı. Dükkanın ortasında öylece kaldım. Ne yapmam gerektiğini biliyordum, fakat korkuyordum. Kim bilir, belki konuşmaktan başka şeyler de dönüyordu o odada. Yine de, derin bir nefes alıp odaya doğru birkaç adım attım. Aralıktan içeriye baktığımda kızıl bir ışıktan başka bir şey sezilmiyordu. Odanın ebatı bile belli değildi. Cesaretimi toplayıp içeri girmekten başka seçenek yoktu, merakım bir canavar gibi adımlarımı kontrol ediyordu. Yavaşça içeriye girdim ve kapıyı kapattım.

“Muaf,” diye seslendi biri. Tınısını yıllardır aklımdan atamadığım bir ses. Hera Henat’ın sesi. Yıllardır defalarca içimden konuştuğum, hesaplaştığım, yenildiğim o ses. “Kahor,” diye fısıldadım. Daha başından bu oyunu sevmediğimi, ücreti neyse verip buradan çıkmak istediğimi söyleyecektim. “Eğer yıldızların defalarca yanıp söndüğü bu ovada kendine büyük bir rol biçersen, yanmakla değil yok olmakla lanetli bir unutuluştan öteye geçemezsin,” dedi. “Hera,” diye fısıldadım bu kez, “sen misin?”

Kızıl ışığın parlaklığı biraz arttı, gözlerim odaya alıştı. El yordamıyla bir sandalye bulup oturdum ve karşımda… Kanlı canlı Hera Henat oturuyordu. “Ovadan çıkmak, düzlerden vazgeçmektir,” dedi, “bu dengesiz dünyada yürümek ne zor.”

“Ovadan ilk çıkan, tüm dünyayı tepe sanar,” dedim ben de, geçmişteki bir konuşmayı tekrarladığımı bilerek, “ancak tepelere çıkıp zirvelere varanlar, manzaraları kazanırlar.”

“Senin korkaklığın ancak kendi tepelerine çıkmana müsaade eder,” dedi kızarak, “dünyanın tepeleri dağ gibi görünür gözüne.” Işık iyice arttı, Hera’yı izlemeye başladım. Hiç değişmemişti, biraz yaşlanmış gibiydi sadece. Kalkıp ona sarılmak, kelimelerle anlatamadıklarımı bari eylemlerimle anlatmak istedim. Fakat, olduğum yere mıhlanmış gibiydim, hareket edemiyordum.

“Sen gittiğinden beri, neresi ova neresi tepe karıştı,” dedim fısıldayarak, “nerede yürüdüğümü bilmiyorum.” Işık solmaya başlamıştı. Hera da üzgün görünüyordu. Ondan özür dilemeli, beni affettiğini duymalıydım. Yıllar önce çıktığı yolculukta onu yalnız bırakarak bu şehirde kalmıştım. O, yolculuğundan vazgeçmemiş, bir sabah ansızın kaybolmuştu. Sırrını bilen tek kişi bendim. Bir dağın yamacında cesedini bulduklarında… Eğer orada olsaydım, belki hala beraber olabilirdik, belki de olamazdık. Fakat, bunu denemeliydim. Verdiğim sözü tutmalıydım. Hera’yı o dağa tek başına göndermek, dolaylı da olsa bir cinayet olmuştu.

“Neden sen de vazgeçmedin?” Sesim çatallanmıştı. Kendimi duyduğumda irkildim. Ne kadar süredir konuşmuyordum? “Bazı yolculuklar,” dedi Hera, veda eder gibi, “gitmeyi seçtiğinden değil, yola mahkum olduğundan yapılır.”

“Yine de kalabilirdin,” gözlerim buğulanıyordu, “biraz daha bekleseydin, belki beraber giderdik.” Işık iyice sönük bir hal aldı. Hera da ışığa bakıyordu. “Bir şey ancak olması gerektiği zaman olur, eğer beklenirse tadı acılaşır,” dedi, “başka yol yoktu.”

Özür diledim, beni affettiğini belli belirsiz anladım. Işık artık bizi karanlıkta bırakacak kadar sönüktü. Hera, “artık çıkabilirsin,” dedi, “ben de döneceğim yolculuğumdan.” Son kelimeyi son nefesini veriyormuş gibi boğuk bir fısıltıyla söyledi. Ellerimle yoklayarak kapıyı buldum, açtığımda yüzüme gün ışığı vurunca gözlerimi istemsizce iyice kıstım; fakat belli belirsiz, tezgahın arkasında bekleyen Kahor’u görebiliyordum. Üzerinde, dükkana girdiğimde üstünde olan giysiler vardı. Başımı odaya çevirdiğimde ışık sönmüştü. Kapıyı usulca kapadım, içeride kimse yoktu.

“Yine bekleriz,” dedi Kahor, elindeki paraları sayarken.

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

Comments (

0

)

%d blogcu bunu beğendi: