
Güneş sahilin bir ucundan batarken, diğer ucundan Marduk sırtında ince fakat keskin bir kılıcı taşıyarak yürüyordu. Gün nasıl başladıysa öyle bitmişti. Dün bugüne, yarın bugüne, her gün bir diğerine benzeyerek geçip gidiyordu. Rutin içinde insanın ruhu kayboluyor, bir başka bugünü ya da yarını yaşamak, farklı bir gün ummak imkansızlaşıyordu. Kojinama Sahili’nde her şey, ezelden beri nasıldıysa öyle olup bitiveriyordu işte.
Çocukluğundan beri her akşam oturduğu ağacın altına oturup, çocukluğundan beri yaptığı gibi denizi izledi. Çocukluğundan beri gitme hayalleri kurmasına rağmen, bu adadan çıkmak şöyle dursun, belirlenen sınırın biraz ötesine yüzmek bile imkansızdı. Morali bozuldu, ayağa kalktı. Sahilin bitişiğindeki evine gitti. Tek göz odalı, her şeyin bir arada olduğu sahil evlerinden biriydi. Hafifçe yanan bir gaz lambası karanlığı delen tek ışıktı. Dışarıda yıldızlardan bir kemer parlamasına rağmen içeride oturmayı seçiyordu her seferinde. Onu durduran bir şey olmamasına rağmen hissettiği bir tür baskı onu odada tutuyordu. Önüne okuyup yarım bıraktığı parşömenlerden birini açtı. Belli belirsiz seçebildiği kelimeleri gözleriyle gezerken, saatin geç olduğunu fark etti. Gözleri ağırlaştı. Olduğu yere kıvrılıp uyudu.
Büyük bir canavar sahilde koşturarak ve bağırarak geziyordu. Boyu üç metreden fazlaydı. Boynundaki iri damarlar çatlayacakmış gibi görünüyordu. Marduk, evinden bir hışımla koşarak çıktı ve canavara doğru koştu. Bembeyaz derisinin altında masmavi damarları seçiliyordu. Tam kılıcını çekmiş, canavarın boynuna atılmaya hazırlanıyordu ki, sahilin kumları onu içine çekmeye başladı. Debelendikçe daha da batıyor, canlı canlı gömülüyordu. Kumlar ağzına girmeye başlamıştı, canavar yüzünde sinsi bir gülümsemeyle onu izliyordu. Ağzını kocaman açarak onu yutmaya hazırlandı. Nefesini burnunda hissediyordu…
Uyandı. İki adım ötedeki küçük mutfağına gidip yumurta haşladı. Yumurtalar piştiğinde onları soydu ve yanına doğradığı domateslerle beraber yedi. Her sabah yaptığı gibi vücudunu güçlendirecek egzersizleri yaptı ve sahilde yürümek için dışarı çıktı. Sahilde yine kimse olmadığını görünce, bu anlamsız görevi neden sürdürdüğünü düşündü. Hiç kimsenin gelmediği bir sahilde, bir aşağı bir yukarı devriye atıyordu sürekli. Takino Taşı’na kadar gidiyor, oradan evinin olduğu bölgeye kadar geri yürüyordu. Hiçbir şey olmamıştı ve olmuyordu, olacak gibi de değildi.
Güneş sahilin bir tarafından batarken, Marduk diğer tarafından yürüyerek geliyordu. Birden, sağ kolunda kesik gibi bir ağrı hissetti.
“Ne zamana kadar yatacak böyle doktor bey,” diye bir ses yankılandı sahilde, “gencecik çocuk öylece bakıyor bütün gün suratımıza.”
Korkarak etrafına baktı. Sesin nereden geldiğini duymaya çalıştı. Tedirgin bir halde evine doğru koşmaya başladı. Evinin önüne geldiğinde, onun kocaman beyaz bir komodine dönüşmüş olduğunu gördü. Sahile doğru koştu istemsizce, denize bakmak onu belki rahatlatırdı.
“Geçen gün verdiğiniz iğne çok iyi geldi,” dedi annesi, “mışıl mışıl uyudu bütün gün.”
Denize baktığında bembeyaz bir örtüye dönüşmüş olduğunu gördü. Sağ kolunda ikinci bir ağrı hissetti. Damarlarında dolaşan, onu sakinleştiren bir sıvının ayırdına vardı. Uyumuştu.
Rüyasında daha önce hiç görmediği bir odada, beyaz bir yatakta yatıyordu. Uzun zamandır hareket etmediği belliydi. Duvarda bir sahil resmi vardı. Hep orada duran, kimsenin gelip gitmediği, hep aynı manzarayı gösteren bir sahil.
Kojinama Sahili’nde her gün, bir diğerine benzerdi.
Bir Cevap Yazın