
Ayağım karaya değdiğinde hissettiğim o yeniden doğma hissini açıklamak çok güç. Kaçanlar, bir yere varmak için değil, bir yerden kaçanlar için bir yere varılan ilk an, sizi sarıp sarmalayan bir anne kucağı gibidir. İnsan, sıcak ve umutlu bir varlığın onu koruduğunu, sonunda güvende olduğunu hisseder. Liman, böylece benim annem oluvermişti. Ne olup bitecekse, burada olup bitecekti, bir yere varılmıştı.
“Sana bu mektubu yazdığım limanın adını bilmiyorum. Dünyanın belki diğer tarafındayım, belki de yanıbaşında. Artık bunu bilemeyeceksin. Adresler, eğer iki insan birbirini bir daha göremeyecekse, yer adlarını tinleyen boş kelimelerden öte nedir ki? Bana açtığın yara, uzağında ya da yakınında olmamdan öte, şah damarında tınlasın bundan sonra. Senin uzağında dahi, dibinde bir yerde benim sesimin boş bir taklidini yaratan aklınla yüzleşmeye bak. Beni özle. Kavuşamayacağını bil, bunun ağırlığıyla yaşa. Denize bakınca, köpüklerin yüzüne benzediği zamanlar ne uzak geliyor, yazık. Yüzün de hafızamda yitiyor yavaş yavaş. Umutlu günlerden sonra gelen, boş uykuların sessiz rüyalarından birinde, sana olan sevgimi yitirdim işte. Gemilerin kaç deniz gezerse gezsin buraya varamaz. En büyük uzaklık, demiştim ya, kalbe varamamaktır. Ne çok uğraşmıştım oysa, şimdi kof bir tat bırakıyor ağzımda, istemiyorum. Hevesler de yollar gibidir, bir noktada daha öteye gidemeyeceğini anlarsın, yakıtın biter. Olduğun yerde bir yaşam kurmaya uğraşırsın. Bir daha yürüyüşlere çıkmak istemezsin. Bahçendeki ağaçlar yavaş yavaş büyürken, bir zamanlar ekmek istediğin tohumların, bu topraklarda büyüyemeyeceğini görürsün. Bahçende dürdüğün çiçekler dahi kurtaramaz seni artık, Kahor. Kokumu özle. Kolumda bir çizik gibi duran dövmeden adınla, ancak yerin bu kadarcık kaldı hayatımda. Sana veda etmek dahi artık ancak nezaketli bir alışkanlıktan yapılabilir. Sularının, nehirlerinin, denizlerinin varamayacağı bir limana vardım; kim bilir, belki dünyalarca uzak, belki iki adım ötende. Kendine iyi bakma, iyice bak, kusurlarını gör. Aynadaki yansımanla muhabbetlerinde, üçüncü kişi olarak bahsettiğim kendinle, dedikodumu yaparken dikkatli ol. Hatırlamak da günahlar gibidir, tekrarladıkça kolaylaşır, insanın nasır tutar kalbi. Bana yaptıklarını unutama demiyorum, unutamazsın zaten, fakat hatırlarken dikkatli ol: Kendini affettin diye seni affettiğimi düşünme. Elveda, son veda ve bütün vedalar.”
Mektubu yolladıktan sonra, limandaki lokantalardan birine gittim. Uzun zaman sonra böyle güzel bir çorba içmek, kendime aldığım güzel bir hediye gibi hissettirdi. Oturduğum masadan denizi izleyebiliyordum. Ufuk çizgisinde yarısı kaybolmuş bir gemiyi izledim, yavaş yavaş yok oldu, yitti. Sanki yolculuğa çıkabileceğim dünyadaki son gemi, ufukta yiten o gemiydi. Sadece denizler değil, karaların da kendine has umutlu yolculukları vardır. Hesabı ödedim. Lokantadan çıktım. Limanda yürümeye başladım. Uzaklarda bir yerde çalan plağın sesi çarptı kulaklarıma, gülümsedim. Yolların bitiminde, ya başka yollar var ya da kalmak. Çok uzaktan bakınca hayat, birbirine bağlanan onlarca yoldan başka nedir ki?
Bundan aylar önce, küçük bir evin içinde verdiğim savaşın beni buraya getirmesi ne garipti. İnsan, her ne kadar umutla lanetlenmiş olsa da, umutsuzluğun ona kattığı kayıtsızlığın da neden olduğu cesaretle iyi yolculuklara çıkabiliyor. Bir şeyleri değiştiremeyeceğini, o şeylerin yaşamın veya diğer insanların sabiti olduğunu, tüm yaşamlarını o değişmezler üzerine kurduklarını anlayınca, yenmek gibi bir yenilgiyi yaşıyor. Sürekli ölmek gibi bir yaşam, kirlenmek gibi bir temizlik… Çelişkilerin içinden çıkılamıyor bir türlü. “Dur,” diyor insan bir yerde, “yeniden başla, bu bölümü bitti yaşamının.” Sonrası rahatlık ve yolculuklar oluyor. Bir yere varana kadar, bu limana vardığım gibi, bir yer değiştirme oyunu oynuyor kendisiyle. Sonra, kaçan ruhunu yakaladığı bir yerde, yerleşiyor usulca. Eskiden, hakanların ok atıp okun düştüğü yerde obalar kurduğu gibi; ruhunu bulduğu yeri evi belliyor, başka bir yolculuk hissi gelene kadar elbette. Sürekli durmaya yazgılı olsaydık, ağaçlar gibi köklerimiz olurdu; gitmek zorunda olduğumuz için ayaklarımız var, ruhumuz kalmaya değil gitmeye meyyal. İnsan kendi içinde dahi bir düşüncede kalamaz, gezer durur. Sırf bu bile gitmenin ne kadar önemli olduğunu imler bizlere.
Bir banka oturdum. Derin bir nefes aldım, dinlemeye başladım:
“Madem ki vardın; ya gemilerini yak, ya sokaklarını.”
Buydu, limanın son sözü.
Bir Cevap Yazın