
Köprünün altındaki beton çıkıntıdan ayaklarımı uzatırken, suyun serinliğini duyumsadım. İnsanların beni görmemesi güzel, hoş, evsizleri zaten kimse görmez: Evin yoksa sen de yoksun, kural budur.
Sudan yansıyan görüntümü izledim. Eskiden oldukça derli toplu görünen saçım ve sakalım, aksi gibi birbirlerine karışmışlardı. Üstümdeki paçavralar giysilerden çok, çocukların ödev diye kumaş sabitledikleri panolara benziyordu: Rengarenk, uyumsuz ve pis. Kokumu duymayı bırakmıştım, burnum böylece kendini koruyordu, bazı duyular hissedildikçe körelir. Yine de sudan esen rüzgarın beni bir nebze temizlediğini hissediyordum. Şuradan atlasam, kendimi bıraksam, boğulsam… Kimsenin birinin eksikliğini hissedeceğini sanmıyorum. Evsizler, otobanda su satan satıcılar gibidir; eksikliklerini hissetmezsiniz, sadece orada olduklarını görürsünüz. Sizi ilgilendiren bir mesele yoktur, doğa onların icabına bakar. Toplumun en az sorumlu hissettiği insanlar bunlardır; neden orada olduklarını sorgularlar; ara sıra bir tas çorba veya ekmek parası verip vicdan rahatlatırlar; en kısa zamanda yok olmalarını umarak elbette.
Çıkıntıdan tırmanarak köprüye çıktım. Şehre doğru yürümeye başladım, biraz çalışmak gerekir. Çöpleri karıştırmak öyle sanıldığı gibi gelişigüzel bir mesele değildir. Yıllar içinde, dişiniz tırnağınızla kazandığınız bir mıntıkanız olur, onu kaybetmemeniz gerekir. Köpeklerin geleceği saati bilmeniz, diğer evsizlerin bölgenizi işgal etmemesini sağlamanız, ara sıra size bulaşan memurları görmezden gelmeyi öğrenmeniz gerekir. Bir evsizin eve en yakın sahipliği, çöplüğüdür. İnsan yemeğini çıkardığı kabı korumalıdır.
İlkokulda okumayı öğrenen ilk çocuk bendim. Uslanmaz bir zekam olduğunu söylemişlerdi. Çabuk kavrıyormuşum, herkesten öndeymişim, heba olmamam gerekirmiş. Şimdi halimi görseler, ne derece heba olduğumu yani, ne düşünürler acaba? Topluluk her zaman size bir rol bulamayabilir, bazen sadece dışında kalırsınız. Bir tür sandalye kapmaca oynanır, bütün sandalyeler biter, öylece ayakta kalırsınız. Odanın köşesindeki çöpü karıştırmaya başlarsınız böylece. Size sandalye getirmeyi unuttuk, üzgünüz.
Çöpüm, değerli bir çöptür. Az kavga etmedim onun için. İki büyük restoranın arka kapılarının tam ortasında, genişçe bir çöp. Bütün artıklar da haliyle burada toplanıyor. Çoğu zaman yarısı yenmiş menüler bulduğum oluyor. Evsiz kaldığımdan beri, beklenenin aksine, kilo bile aldım. Yine de bir türlü çöpün yemeklere karışan o kesif kokusuna alışamadım. Bir de bazen, gece gelen köpekler bölgelerini işaretlemek için çöpün yanına işiyorlar, insan bir türlü alışamıyor o kokuya.
Neyse, günlük yemeğim çıktı: Tavuk kanatları ve patates kızartması. Evi olanların dahi bazen bunlara para yetiştiremediğini düşününce komik geliyor. Modern dünya çok ilginç, bazıları yemeden çöpe atacak kadar zengin, bazıları alamayacak kadar fakir… Neyse, bu sosyalist ağızların günleri geçti. Bir telefonum olsaydı keşke, hoş, telefonum olsa kimi arayacağım? Arkadaşsız, yoldaşsız bir hayat benimkisi. Yalnızlık da katlanılamaz oluyor bazen, çöpün kokusundan beter bir kokusu vardır yalnızlığın, evi olanların bilmediği.
Gün içinde çok az korkuyorum, bazen bir memur görürsünüz; küçümseyen bakışlarıyla size doğru bir adım atmış gibi gelir, gerilirsiniz. Ancak böyle küçük anlarda korkarım gün içinde. Asıl korku geceye sığınır. Şehrin içinde ne kadar çok yırtıcı hayvanın barındığını bilseniz uykularınız kaçar. Sıçanlar, köpekler, bazen etçil kuşlar bile saldırır. En beteri böceklerdir. Battaniyenizin içine saklanır, uyumanızı beklerler. Temizlik artık çok uzak bir memleket olduğundan, derinize yerleşmeye can atarlar. On tane köpekle dövüşmeyi, bir tane bitle uğraşmaya tercih ederim. En azından dövüş adildir.
Rüyalarımda kendimi bazen kocaman bir evde, üstümde tertemiz pijamalarla kahvaltı yaparken görüyorum. Masa örtüsü her zaman beyaz, evin salonu her zaman temiz oluyor. Kesik kesik uykuları uyurken, aklınızın böyle acımasız oyunlar oynaması inanılmaz. İnsan, kendinin de düşmanı bir yerde. Kendine acımasızlık ediyor. Bölük pörçük bir yaşamı toparlamaya çalışırken, ilk aklınız saldırır size. Daha iyi ihtimalleri düşündürüp, olandan da tiksinmenizi sağlar. Acaba o temiz salonlarda, temiz kahvaltıları eden insanlar, rüyalarında pis bir kartonun üzerinde yırtık bir battaniyenin içinde uyuduklarını mı görüyorlar? Yoksa bambaşka korkularla mı bezeniyor akılları?
Hava kararıyor. Bir binanın havalandırma boşluğunun altındaki yatağıma doğru gitmenin vakti geldi. Birden bir ıslık yerleşti dudaklarıma, bir şarkıyı mırıldanmaya başladım:
Ben de geldim, ben de vardım,
Ben de oldum, ve ben gibiler,
Kimsenin kokusunu bilmediği bahçede,
Açan yetim çiçekler gibiydiler.
İnsanlar, diye düşündüm, bir bilseler; asıl evsizliğin saraylara sığamamak olduğunu. Gülümsedim; yaşam, bütün dünyayı evim yapmıştı en sonunda, dünyaya sığdım.
Bir Cevap Yazın