Yirmi Dokuzuncu Bab: Kukla

“İnanılmaz eğlenceli şu kuklalar,” diye bağırdı önümden koşarken, “resmen kendileri hareket ediyor gibilerdi, gördün değil mi?” Evet, gördüm. Kuklacının marifeti ve iplerin gerilip bırakılmasının yarattığı fiziksel etki ile kuklalar, gerçekten de ruhları varmış gibi bir oraya bir buraya gidiyorlardı. Hiç bu kadar iyi bir kukla gösterisi izlememiştim. Bundan benim kadar etkilenebilecek biriyle beraber olduğum için gülümsedim. Hayat, demek bazen insanın yüzüne gülebiliyor. Belli etmemeye çalışarak cebimi yokladım, hala kahve içebileceğimiz kadar para kalmıştı. “Kahve mi içsek,” diye sordum. “Olur,” dedi, “ama bunlar benden, sen zaten biletlere o kadar para harcadın.” Belli etmemeye çalışarak, içimden bir oh çektim. Eve yürüyerek gitmek zorunda kalmayacaktım, rahatladım.

“Sevgi de diğer tüm oluşlar gibi aslında yaşamın içinde beliren bir fonksiyondur,” diyor ve tahtaya anlaşılmaz harfler çiziktiriyor öğretmenleri, “a ve b birbirlerini görürler, aynı uzamda ve aynı yerdedirler, belli bir zeminde ortaklık kurmuşlardır, bu annenizle aranızdaki ilişki de olabilir, sevgilinizle ilişkiniz de. Fakat ortaklık şarttır. A ve b, bir noktada birbirlerini tanıdıklarını ve belli bir seviyede aynı duygusal uzamı paylaştıklarını kabul ederler. Anlaşıldı mı?” Sınıfa küçümseyen bir bakış atıyor. “Anlaşıldı hocam,” diye bir mırıltı. “Bu uzamı oluşturmak için iki tür aksiyom olabilir: Birincisi, zorunlu olandır. Annenizle sizin aranızdaki ilişki zorunludur. Annesiyle sonradan tanışan var mı? Yok! Anne-oğul, amca-yeğen, dede-torun… Bu gibi ilişkiler zorunlu olarak, kurulu halde içine düştüğümüz ilişkilerdir. Elbette istisnalar vardır, fakat bunlar genel yapıyı değiştirmez. İkincisi, seçilmiş ya da tesadüfi olandır. Arkadaşlarınız ve sevgililerinizle ilişkileriniz bu kategoriye girer. İlginç bir şekilde, evcil hayvanınızla olan da bu kategoridedir. Bu ikinci tür ilişkilerin bütün sorumluluğu size aittir. Başkalarını suçlayamazsınız. Ayrıca, kurulu bir zemine doğmazsınız, onu oluşturmanız gerekir. Arkadaşlık ve ilişkiler emek ister, değil mi? Çünkü kurulu bir zeminde, zorunlu olarak oluşmamışlardır. Yok olmaları daha kolaydır, fakat daha size ait gibi gelirler, çünkü onları siz oluşturursunuz. Olagelen bir şablon üzerinden değil, sizin belirlediğiniz şartlar üzerinden oluşurlar. Tıpkı, kendi evini yapmanın, halihazırda var olan bir evi almaktan daha zor fakat daha tatmin edici olması gibi arkadaşlıklarımız bize zorunlu kurulmuş ilişkilerden daha ‘bize has’ gibi gelir. Ünlü filozof Kahor Katela’nın da dediği gibi, ‘Kanımdaki insanlara bulanmaktansa, zihnimle çağırdığım şeytanlarla boğulmayı yeğlerim.’ Elbette zorunlu ilişkilerinizin zeminini sonradan yeniden kurup, size ait bir şeye dönüştürebilirsiniz, tıpkı hazır alınan evleri dekore edip kendinize ait bir yuvaya dönüştürmeniz gibi, lakin bu oldukça nadirdir.”

İki büyük kahve alıp önümdeki sandalyeye oturuyor. Gerçekten de zorunlu olmayan ilişkilerde hem riskli hem de çekici bir yan var. İnsan, birine güvenir, her ne kadar genelde pişman olacağı bir sona sürükleneceğini bilse de, şansını sürekli dener. Çünkü arkadaşlar, tanrının sizin seçmenize izin verdiği aileniz gibidir bir yandan. Peki, sevgili ne oluyor? Tanrının seçmenize izin verdiği “kendiniz” mi?

“Şu taşların da kendi aralarında kayaları devirmek için konuştuğunu düşünüyorum,” diye mırıldanmıştı eski sevgilisi, “bazen sanki her şey asiymiş gibi geliyor. Kimse olduğu haliyle mutlu değil, daha kötüsü bu ‘olduğum halimle mutlu değilim’ kişisi ile de mutlu değiller. Uzun zamandır sadece fiziksel alemde varlığımı sürdürüyorum, anlıyor musun?” Ne denirdi ki, “elbette.” Uzun bir iç çekiş sesi. “Seni de görmüyorum aslında. Elbette bedenini, uzuvlarını, gülüşünü, bakışlarını görüyorum. Ama ‘seni’ görmüyorum. Göremiyorum çoğu zaman. Doğduğumdan beri benimle olan bir leke gibi, insanlara olan kayıtsızlığımı yanımda taşıyorum. İnsanlar neden ilişkiler içinde kendilerini kaybetmeye meyillidirler, biliyor musun? Çoğunluğu kendine katlanamaz da ondan. Bizi bizden uzaklaştırabilecek birilerine ihtiyaç duyarız. Sonra, bizi değiştirdiklerini söyleyip onları suçlarız. Sanki karşı tarafın böyle bir gücü olabilirmiş gibi. Oysa olmak istediğimiz kişilerle beraber oluruz. Beraber olmak istediğimiz demiyorum, ‘olmak istediğimiz’, yani dönüşmek istediğimiz kişileri seçeriz. Sonra, yavaş yavaş ona dönüşürüz. Fakat, en sonunda şunu fark ederiz ki, o olmak da aynı boktan duruma sokar bizi. Daha mutlu değilizdir, daha iyi değilizdir, daha az dertli değilizdir. O zaman neden en baştan kendimizi bu bitmeyecek ‘kendini yiyen yılan’ oyununa attık ki, diye düşünürüz. Kim olursak olalım, neye dönüşürsek dönüşelim, temelde bir yerde hep bir sorun çekirdeği olan kendi kişiliğimiz durur. Onu en az göreceğimizi düşündüğümüz yerlerde dahi, karşımızda belirir.Uzun bir iç çekiş daha. “Kısacası, senden ayrılıyorum. Seni sevmediğim için değil, kendimi sevmediğim için.”

Gülüşü ne kadar doğal. “Var ya,” diyor, “keşke ben de bir kukla olsam. Böyle her yerimden ipler çıksa da biri kontrol etse beni,” hoş bir kahkaha patlatıyor, ön dişlerinden biri eksik, “bazen kendimi yataktan çıkarmaya bile üşeniyorum. Bir kuklacı olsa,” elleriyle sanki bir kuklayı iplerinden çekermiş gibi hareket yapıyor, “hoop, hemen yataktan çıkarır, işe fırlatır.” İçimden, ne kadar mutlu biri insan, diye mırıldandım. Gerçekten de, karşımdaki kadın gibi biri olsaydım, ben de mutlu olur muydum?

“Hiçbir boku becerememen senin suçun değil yavrum,” diye bağırıyor babası, “benim suçum! Elin oğlu gidip taş taşır ailesine ekmek getirir, bizimki de bütün gün hayatı sorgular. Felsefe okudu ya beyefendi, götü hepimizin üstünde! Oğlum, kalksana, hayat sana her şeyi oturduğun yerden verir mi sanıyorsun? Ne kalkman belli, ne yatman belli, ne yaptığın belli… Benim gibi esnaf ol dedim, olmadın. Annen okusun bari dedi, okulu bıraktın. Ne evlendin, ne bir iş kurdun, ne bir işe girdin… Asalak gibi bir şey oldun sonunda. İnsan utanır, ‘babam kaç yaşına geldi, hala eline bakıyorum,” der, kendine bir çekidüzen verir. Ama yok, annem arkamda, dünya arkamda, sikinin keyfine göre günleri geçiririm diyorsun, işin garibi bunu yapıyorsun da. Hayatta öyle anlaşılacak bir şey de yok evladım, bak ben altmış yaşına geldim, tek bir şeyi anladım: Sabah erkenden kalkacaksın, sağına soluna bakacaksın, bir fırsat bulup yapışacaksın… Al sana hayat! Öyle oturduğum yerden hem yuvam kurulsun, hem işim dürülsün, yok öyle bir dünya. Ulan, serseri değilsin diye, bütün eblehliklerine de katlanacak değiliz ya. Depresyondaysan kalk bir namaz kıl, birileriyle tanış, git içki mi içiyorsun ne bok yersen ye, kendine gel, rezil etme bizi artık!”

“Sen çok garip bakıyorsun ama,” dedi birden, elini elimin üstüne koydu, “sanki böyle içimi görmek istiyor gibi.” Gülümsedi. “Bunu kimse başaramaz,” elimi kendine doğru çekti, “bazı şeyler okuduğun kitaplarda yazmıyordur eminim.” Aslında, her şey okuduğum kitaplarda yazıyor, demek istedim. İnsanlarla yaptığım en verimli, en dolu sohbetlerin; okuduğum en kötü kitaptan daha dağınık, daha beter olduğunu düşünüyordum uzun zamandır. Annemin ricası ile tanıştığım birinin, izlediğimiz bir gösteri sonrasında, hakkımda bu kadar cesurca konuşabilmesi içimden bir öfke dalgasının geçmesine neden oldu. Üniversitedeki hocama sormak isterdim, “peki hocam, annemizin tanıştırdığı kadın, zorunlu kurulan bir ilişki mi yoksa tesadüfi mi?” Büyük ihtimal o da şöyle cevap verirdi, “eşek kadar adamsın, bir boku da kendin bil.”

“Hayatta bazen en çok ihtiyacımız olan şey, biraz kendimizi bırakmaktır,” demişti en yakın arkadaşı, kendini on yedinci kattaki evlerinin balkonundan aşağıya bırakmadan üç gün önce, “yaşamda seçimlerimizi ve onların sonuçlarını düşündükçe, baskı artar da artar, bir noktadan sonra seçemez hale geliriz. Hayat, doğru seçimlerle doğru yerlere gidebileceğimiz bir oyundan ziyade, bütün seçeneklerin yanlış olduğu bir bilmece kitabına benzer. Bazıları şifreleri çözmüş gibi kasıla kasıla yürüse de, aslında herkes işin sonunda çözülmemiş sorulardan bir dağ ile gezmek zorunda kalır. Doğru cevapları bulduğunu söyleyenler, genelde yalan söylediklerini bilirler, fakat ilk inanan da kendileri oldukları için, kendi yalancılıklarını fark etmezler.” Bu noktada derin bir sessizlik olmuştu. Gökteki yıldızları izleyip susmuştu. Sonra biri dürtmüş gibi, “Ama… Neden bilmeceler var, madem çözülemeyecekler? Çünkü çocukluktan beri biliriz ki, bilinmeyen hem korkunç hem eğlencelidir. Bir tür kumar gibidir yaşamak, parası ya da hevesi biten kalkar gider, fakat oturduğumuz sürece biliriz ki, her zar yeni ihtimallere atılır. Bazen kazanırsın, bazen kaybedersin; bazen bir daha hiç bir şeyi kazanmaya ihtiyacın kalmayacak kadar kazandığını düşünürsün, fakat en büyük kaybın bu olur; hiçbir şey kazanmaya ihtiyacın kalmadığını, oyunun zaten ancak bu kadar sürebileceğini düşündüğünde, en büyük kaybını yaşamış olursun. Masada hayatın kendisine yenilirsin… Kabulleniş, hayallerden vazgeçiş, tekdüze hayatın tek kaderin olduğu fikrine kapılmak, bundan büyük kaybediş yoktur.” Ayağa kalmıştı, gözlerinin içine bakmıştı. “Eğer bir gün akamayacak kadar yoğun hissedersen, birine tutun Muaf,” demişti çatallanan bir sesle, “yoksa boğulursun. Hayat nehri zordur.” Dört gün sonra boğulmuş bedenini gömmüşlerdi.

Birden, nereden geldiğini bilmediğim bir itkiyle anılarımdan sıyrıldım. Elini tutup, biraz fazla bastırarak, gözlerinin içine baktım. “İçini görmeye çalışmıyorum,” dedim gülerek, “bana ne kadar zarar vereceğini kestirmeye çalışıyorum.” Karşılık olarak gülümsedi. “Sana neden zarar vereyim ki,” dedi, “insan insanı niye bilerek incitsin?” Aklımdan binlerce cevap geçmesine rağmen, elini biraz daha sıkmakla yetindim.

Oldukça yorgun, bezmiş, sorgudan bunalmıştım. Yaşamın ancak yaşayarak anlaşılabileceği bir noktaya gelmiştim. Sahnenin ortasında, kendi iplerini çekiştirerek hareket eden bir kukla olmak, canıma tak etmişti. İçimden, “iplerimi al ve beni nereye istiyorsan oraya çek,” dedim karşımdaki kadına. Kuklacısını bulmuş bir kukla kadar mutluydum. Kendini bir başka iradeye bırakmanın mükemmel rahatlığını duyumsadım. Ayağa kalktık ve durağa kadar yürüdük. Hayat nehri zordur, fakat sizi boğulmayın diye tutan biri olursa, yüzmek oldukça eğlencelidir.

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

Comments (

0

)

%d blogcu bunu beğendi: