Otuz Üçüncü Bab: Meteor

Uzun zamandır olacağını biliyordum, fakat bugün olacağını hiç düşünmemiştim. Belalar kıvılcımlar gibi birdenbire, güzellikler bıktırırcasına zamanla olur zaten, insanın başına gelenlerin yazılmamış kurallarından biri budur. Evde ne kadar ışık varsa kapattım, bahçeye çıktım; kafamı yukarıya çevirdim, gök son kez tüm ihtişamıyla güzeldi.

“Seninle dünyanın son zamanlarında tanıştık,” demiştim, “fakat sanki yaşamım bana yeni başlıyormuş gibi hissettiriyor bu günlerde. Senden önce sığ bir derede adım adım zevksizce yürüyormuşum da, seninle yüzmeye başlamışım gibi, ne yazık, su yitiyor.” Gülümsemişti. “Saçmalama Muaf,” demişti gözlerimin içine bakarak, “dünyanın da bir yere gittiği yok, benim de.”

İkisi de yalanmış. Hem dünyanın hem de Metis’in bir yerlere gidiyor olduklarını, içimde bir yerlerde keskin bir sızı gibi hissetmiştim. İnsan, mutlu zamanlarını anılarını biriktirdiği torbalarından binbir zorlukla çıkarır. Mutsuz zamanları da aynadaki aksi gibi hep yanıbaşında biter. İstese de istemese de, her baktığında görmek zorunda kalır. Bir süredir ne aynalara bakıyorum, ne torbaları karıştırıyorum, öylece bekliyorum.

Rüyamda bedenim aya doğru yükseliyordu. Sanki göğsümden çeken bir ip varmışçasına, ayaklarım ve kollarım iki yanımdan sarkarken, boynumu zorlayarak beni çeken güce bakmaya çalışıyordum. Binlerce yıldızdan oluşan parlak bir topluluk, beni içine çekmeye çalışıyordu. Bu ışıklı oluşumun ortasında Metis duruyordu. Beni çeken görünmez ipin bir ucundan tutmuş, ıkına ıkına bütün kuvvetiyle asılıyordu. Bir noktada aramızda on adımdan az bir mesafe kaldı. Tam ona ulaşacağımı sandığım bir anda, kuvveti yetmedi ve ipin ucunu bıraktı. Uzay boşluğunda öylece savrulmaya başladım böylece. Gezegenlerin yörüngelerine giriyor, bir oraya bir buraya gidiyordum. En sonunda çok uzak bir gezegenden, ayın ortasında yıldızlarla beraber beni izleyen Metis’i gördüm. Beni çekemediği için mutsuz olmasını beklerken, yıldızlarla oldukça mutlu görünüyordu. Kahkahaları uzay boşluğunda -rüyada fizik kuralları geçerliliğini yitirdiğinden- kulaklarıma doğru dalga dalga geliyordu. Kendimi onlara doğru itmeyi denedim. Tam bunu başaracak gibi oldum derken, ayın ortasından başlayarak dışarı doğru büyüyen bir alevin hepsini yuttuğunu gördüm. Ay patlamıştı, haliyle Metis ve yıldızlar da.

Uyandığımda alnımda ter damlaları birikmişti. Yorganı bir hışımla itip, koşar gibi mutfağa gittim. Su içerken içeriden gelen seslere kulak kabarttım. Bir tür alarm, delirmiş gibi ötüyordu. Salonun arkasındaki küçük odaya doğru ilerledikçe, ses kendini iyice belli etmeye başladı. Küçük odanın kapısını açtığımda, üzerinde “TEHLİKE” yazan küçük kırmızı ekranın yanıp söndüğünü, sesi de ekranın üzerindeki küçük hoparlörün çıkardığını gördüm. Okkalı bir küfür savurdum.

Bundan dört ay kadar önce, evimin kapısı çaldı. Normalde misafiri olmayan biri için, bir de plansızca çalan bir kapının ancak tek bir anlamı olabilirdi: Bela. İsteksizce açtığım kapının arkasında üç tane takım elbiseli adam, güneş gözlüklerinin arkasından bile belli olan buyurgan bakışları ve davudi sesleriyle davet edilmeyi beklediklerini belirtir bir biçimde senkronize olarak aksırdılar. Ben de, her iyi ev sahibi gibi, “buyrun,” diyerek salonu gösterdim. Özetle, devlet görevlileri olan bu şahıslar, yakın zamanda dünyaya bir meteor yağmurunun yaklaştığını, benim evimin olduğu bölgenin de bu yağmurun sinyallerini önceden alabilmeleri için mükemmel bir konumda olduğunu, belirli bir ücret -elbette- karşılığında, son teknoloji birkaç aleti, belli bir zaman için -dünya ne zaman yok olursa- evimde tutup tutamayacağımı merak ediyorlardı. Fakat bu, devletin sorduğu her soru gibi, cevabı zaten verilmiş sorulardan biriydi, sadece sanki seçim şansınız varmış gibi hissetmenizi istiyorlardı, o kadar.

Kısaca, göktaşları yağmaya başlıyordu, bu ötüşün ve sinyallerin nedeni buydu. Kendimden hiç beklemediğim bir soğukkanlılıkla, evdeki bütün ışıkları yavaş yavaş kapattım ve bahçeye çıktım. Dünya, yitiyordu. Metis, zaten beni terk edip gitmişti. Meteorları görmeliydiniz, gökten o kadar parlak ve sıcak bir inişleri vardı ki, sanki insanlığın sonunu değil, kutsal bir resmin parçasını getiriyorlardı. Birisi bana dünyanın bu çarşamba günü yok olacağını söylese, ona gülerdim, fakat kadere bakın ki, doğumgünümde ölecektim.

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

Comments (

0

)

%d blogcu bunu beğendi: