Otuz Beşinci Bab: Kırık Mantı

Lokantamıza ülkenin en ünlü yemek eleştirmenlerinden Cenk Cihan’ın geleceğini duyan patron, saat ilerledikçe hop oturup hop kalkıyor, her şey mükemmel olsun diye herkesin iki ayağını bir pabuca sokuyordu. Hoş, herkesin suratında belirgin bir heyecanı okumak mümkündü, aşçımız Kahor hariç, onun yüzünde daha ziyade sakin bir ifade vardı. Ya gelen konuğun lokanta için ne kadar önemli olduğunu anlamamıştı ya da umrunda değildi, iki durumda da işini düzgün yaptığı sürece, kimsenin tek kelime etmeye hakkı yoktu.

Sipesiyal Lokantası, dört yıl önce, Hanok Sokağı’nın Uruk Sokağı ile birleştiği yerde, eski bir kuru temizleme dükkanının iflasından sonra onun yerine açılmıştı. Yirmi kadar masa ve küçük bir mutfaktan oluşan mekan, en başında basit bir mantıcı gibi görünüyordu. Mekanın ilk ustası elbette orayı açan Marduk Mansur’du. Başlarda ne kar ediyor ne batıyor gibi görünen mekan, bir gün Marduk Usta’nın hasta olması ve yerine mahalleye yeni taşınmış bir aşçının gelip “kendi yöntemiyle” mantı yapmasıyla vites değiştirdi. Kahor’un kendi tarifiyle yaptığı ve adını “Kırık Mantı” koyduğu kalp şeklinde mantılardan bir yiyen üç tabak daha sipariş ediyordu. İş öyle bir noktaya geldi ki, sadece esnafa hizmet eden lokanta, artık randevu usülü çalışır oldu. Randevular başlarda iki üç gün sonrasına veriliyordu, bu bile bu kadar sapa bir yerde açılmış küçük bir mantıcı için mucizeyken, haftalar sonrasına isim yazdırmak zorunda kalanlar oldu. Haftalar aylara, aylar yıllara derken, artık “Sipesiyal’de kırık mantı yedim,” demek, çok önemli biriyim demeye denk gözükmeye başladı. Marduk Mansur sadece randevular ve hesap kitapla ilgileniyordu. Mutfağın tüm kontrolünü, önceden çok da iyi tanımadığı fakat kaderinin değişmesini borçlu olduğu bu esmer adama, yani Kahor’a bırakmıştı. Halinden gayet memnundu, işler belli bir ritimde akıyordu, ta ki dün akşam telefonu çalıp, şehrin en ünlü eleştirmeninin “kırık mantı”yı merak ettiğini ve bir masa ayırmalarını rica ettiklerini öğrenene dek. Gece uyuyamamış, olabilecek tüm kötü şeyleri ve onlara karşı alabileceği önlemleri düşünmüştü. Eğer Cenk Cihan’dan geçer not alabilirlerse, dünyaya açılmaları işten bile değildi.

“Bak Kahor,” dedi Marduk, azarlar bir tonda, “Bu akşamki misafirimiz o kadar ağır ki, hepimizin kaderi iki dudağı arasında. Bu akşam lokantanın sırat köprüsünde yürüdüğü akşam, ya aşağı düşeceğiz ya da bütün dünya ayaklarımızın altına serilecek.” Bakışlarını sessizce buharı tüten tencereden patronuna çeviren Kahor, “Bir sorun çıkmayacak,” diye sakinleştirdi onu, “şimdiye kadar beğenmeyen kimse çıkmadı yemeklerimi.“

Marduk üzerine düşeni yaptığını düşünüp gülümseyerek mutfaktan uzaklaştı, garsonlara direktifler vermeye devam etti. O arada Kahor bana doğru dönüp, “ben tanıyorum bu herifi,” diye mırıldandı, “çok önceden randevu almıştı.”

Savaştan iki yıl önce, “Bazik” adlı mekanda çalışırken, Kahor mantı yapmayı bilmiyordu. “Kan çorbası” dediği özel bir çorbası vardı. Domates çorbasından biraz daha koyu bir renkte servis edilen bu çorba, onun bulduğu özel bir tarifle yapılıyordu. Kim gelip bir tabak yese, üç tabak daha istiyordu. Karısıyla açtıkları küçük çorbacı, gün geçtikçe önünden kuyrukların eksik olmadığı bir mekana dönmüştü. Karısı servise bakıyor, en büyük çocuğu kasada duruyor, Kahor da arka taraftaki mutfakta çorbaları hazırlıyordu. Bazik’in müşterileri sabah dörtte kapıda beklemeye başlıyor, altı saat kadar bekledikten sonra ancak bir tabak çorba içebiliyor, sonra sırada bekleyenlerin ısrarlı homurtularına katlanamayıp istemeye istemeye ikinci tabağı sipariş edemeden kalkmak zorunda kalıyorlardı. Bir noktadan sonra sırasını satmaya başlayan insanların ekmek kapısı oldu Bazik. Küçük çocuklar koca koca adamlara sırf biraz daha az bekleyebilecekleri önlerdeki sıralarını satmak için kendi aralarında anlaşıyor, harçlıklarını çıkarıyorlardı. Fakat hiç kavga olmuyordu, çünkü kavga olduğunda kapılar hemen kapanıyor ve içeridekiler kapı dışarı ediliyordu. Kahor her şeyden çok, huzurunu önemsiyordu. Elbette bir sanatçı için en önemli şey beğeni toplamaktır, bunun farkındaydı, fakat kitlelerin açken yapabileceklerini de biliyordu. O gergin, savaşa gebe olunduğu açık günlerde, insanların bir çorba gibi basit bir nedenden dahi birbirlerine kıyabileceğinin farkındaydı. Onun macerasının sonunu getiren, hiç farkında olmadıkları oldu. Çok para kazansalar da, işleri yolunda gitse de, eve döndüklerinde pestili çıkmış üç kişi olarak koltuklara yığılıp, televizyon izlemekten öte bir şey yapmıyorlardı. Karısının gün geçtikçe daha mutsuz, oğlunun gün geçtikçe daha sıkkın göründüğünü fark etmedi. Müdavimlerinden biri ona, “Yahu Kahor, Allah aşkına söyle, ne bu çorbanın sırrı,” diye sorduğunda gülerek, “bir damla kan ve bin gözyaşı,” derdi. Fakat o sıralar asıl gözyaşlarının dükkanın arka tarafında, elinde sigarasıyla bu cendereden kendini nasıl kurtaracağını düşünen güzel karısı tarafından da akıtıldığının farkında değildi. Bir gün uyandığında, evde kendi eşyaları dışında ne oğlununkileri ne de karısınınkileri buldu. Bomboş bir hayat bırakmışlardı ona. Talih bu ki, iki gün sonra savaş patlak verdi. Karısının oğluyla beraber gittiği baba evi, siyasi bir grubun eski toplantı salonunun yıkılarak, eve dönüştürülmesiyle inşa edilmişti. Kırk yıldır kimsenin hatırlamadığı, önemsemediği, üzerinde durmadığı bu bina, savaş çıkınca değere bindi. Bir grubun eski ve kutsal toplanma yeri saydığı, diğer grubun bütün pisliklerin oradan geldiğine inandığı o ev, ilk bombalanan yapı oldu. İçindekilerden de kurtulan olmadı. Kahor günlerce ne bir şey yedi ne de içti. Yıllar geçtikçe daha da esmerleşti, saçı sakalına karıştı. Sonra memleketinde durmanın, ona sürekli bir hatırayı dayattığını fark etti, zaten savaş da tüm hızıyla sürüyordu. Son bir kez Bazik’in önüne geldi, tırnaklarını sıkarak bir damla kanını akıttı, binlerce döktüğü göz yaşını toparlayarak, başka bir memlekete göçtü. Onu bir daha gören olmadı. Karısının onu terk etmeden önce aldığı son randevu, uzak bir ülkeden gelen önemli bir eleştirmen adınaydı, Cenk Cihan.

Cenk Cihan bütün azametiyle Sipesiyal’de ona ayrılan masaya geçtiğinde, kimsenin ağzını bıçak açmıyordu. Müşteriler bile atmosferin değiştiğini fark ederek suskunlaşmışlardı. Cenk Cihan’ı seven ve yazılarını okuyan birkaç kişi, yanına gidip fotoğraf çekinmek istedi, tavırlarına tezat bir kibarlıkla kabul ettikten sonra garsona “sipariş vermeme gerek yok sanırım,” der gibi bir bakış attı ve böylece “kırık mantı” siparişini vermiş oldu. Önüne gelen tabaktaki mantıları inceledi, kokladı, kesti, tattı. Patron kasanın yanında bekliyor, sol elinin işaret parmağını ritmik olarak istemsizce masaya vuruyordu. En sonunda elinden çatalı bıraktı ve ufak bir hareketiyle garsonu çağırdı, “şefle görüşebilir miyim,” dedi, buz gibi bir tonla. Garsonun yüzündeki kan çekildi, “elbette efendim,” diyerek mutfağa seyirtti. Patron o kadar gerilmişti ki, neredeyse müşterileri önemsemeyecek, “Kahor!” diye bağıracaktı.

Kahor, patronun aksine, oldukça sakin bir şekilde Cenk Cihan’ın olduğu masaya yürüdü. Yüzünde mülayim bir ifade vardı. “Bir sorun yoktur umarım, beğendiniz mi,” diye sordu sakince. Cenk Cihan ayağa kalktı ve kimsenin beklemediği bir şekilde sertçe elini uzatıp Kahor’un elini tuttu. “Bravo!” dedi heyecanla, “şu hayatta yediğim en iyi mantıydı, belki de daha iyisini bir daha yiyemeyeceğim, tebrik ederim,” diyerek karşısındaki sandalyeyi işaret etti. Kahor, şaşkın fakat mutlu bir biçimde oturdu. Bazik’i düşündü. Bir an kendi dükkanındaymış gibi hissetti, sanki hala memleketindeydi ve o randevu hiç iptal edilmek zorunda kalınmamış, hiç savaş olmamış, karısı ve oğlu onu terk etmemiş, ölmemişlerdi. Bu saçmalıkların hiçbiri başına gelmemiş, kaçmak zorunda kalmamıştı. Zaman, nasıl olduysa, kırıldığı yerden düzelmişti. Gülümsedi.

“Biliyorum söylemezsiniz ama,” dedi ve şakacı bir tavırla devam etti Cenk Cihan, “sırrınız ne?”

“Kırık bir kalp ve bin gözyaşı,” dedi Kahor.

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

Comments (

0

)

%d blogcu bunu beğendi: