Otuz Yedinci Bab: Bozuk Para

“Birini çok sevmek, her zaman beraber olmayı gerektirmez. Birini çok ama çok sevebilir, yine de uzağında, yöresinde durmak isteyebilirsin. Sevginin fetheden, sahiplenen, kollayan yanları çoğunlukla kıskançlıktan, duyguya katılan bir tür kibirden ileri gelir,” dedi ve ekledi, “bu zehri sevginin içine alınca, nefret de sinsi bir misafir gibi içinde yuvalanır.” Kahvemi içip gözlerine bakmayı sürdürdüm. “Evet, aşık olmuş olabilirsin,” gülümsedi, “senin yaşındayken aşk dehşetli, ateşli bir kap gibidir, nereye dökeceğini bilemezsin, elinde de tutamazsın, felaketlere gebedir,” çayından bir yudum aldı, “illa döker, dağıtırsın. İlk gençliğin ilk pişmanlığı böyle anlarda yaşanır. Benimle olamazsın, çünkü sende benimle olmak için gereken o olgunluk eksik. Seni büyütemem, çünkü yanlış büyümüşsün, önce küçüklüğünü geri getirip, sonra yeniden büyütmem gerekir, yapamam. Yanlış sarılmış kırık bir kemir gibi, kaynadığın yerden kırıp, sonra yeniden bağlamak gerekir, buna dayanamazsın.” Ondan iki yaş büyük olmama rağmen, kalbim reddedilmiş bir çocuğunki gibi acı acı çarptı. O an yerin on kat dibinde, bir mahzende, sonsuz bir şarap stoğuyla olmak ne güzel olur, diye düşündüm. Çayını bitirdikten sonra kalktı, yanağıma bir öpücük kondurup gitti. On sene sessiz sessiz dur, on dakikalığına duygularından bahset ve sonsuza kadar kaybet. İlişkiler gerçekten kopmaya meyyal pamuk ipliklerinde salınıp duruyorlar, en küçük bir baskıya gelemiyorlar artık, kopuveriyorlar.

Onu ilk kez lisenin bahçesinde, bir elinde yarısını bitirdiği sandviçi, diğer elinde telefonuyla dersi beklerken görmüştüm. Görür görmez de, işte herkesin bahsettiği “hayatının aşkı” önünde, diye düşünmüştüm. Kısa kesilmiş -sonradan kendisinin kestiğini öğrendiğim- saçları, diğer kızlardan hayli uzun olan -bu yüzden sürekli dalga geçerlerdi- boyu ve parmaklarında çevirerek eskittiği, hangi ülkeye ait olduğu belli olmayan kocaman bozuk parasıyla karşımdaydı. Metis, parmaklarında çevirdiği bozuk para gibiydi benim için, nereden geldiği belli değildi, fakat ona sahip olmak istememe yok açan karşı konulmaz bir cazibesi vardı. Okulun en güzel ya da en alımlı kızı değildi, diğerlerinden daha akıllı gözükmüyordu, fakat beni ona çeken şey de, bunların hiçbiriyle alakalı değildi. Bir nedenden doğmuyordu, bir histen kaynaklanıyordu, bu yüzden anlaşılmaz ve dizginlenemez bir kaynayışla perçinlenen bir ona doğru çekilişi yaşıyordum. Aklımı kaybetmem an meselesiydi, insan on yedi yaşında aklını kaybederse, başına neler gelebileceğini ancak tanrı bilirdi, bu yüzden elimi cebime attım ve aklımı korusun diye dua ettim, tam olarak kime ettiğimi bilmeden.

Onu tekrar tekrar gördükçe, duyduğum his azalmak yerine arttı. Gençlik aşkları susuzluk gibidir, içtikçe dinginleşir, silinir ve eninde sonunda artık su içmek istemeyeceğiniz bir bıkkınlık haline terk eder sizi. Fakat ben Metis’i her gördüğümde, sanki halihazırda gözlerimle görmem yetersizmiş gibi, sanki onu “daha fazla görmek” diye bir şey varmış gibi, içimden bir sesin sürekli “hadi, daha fazla!” çınlamalarını dinleyerek, olduğu yerde oluyor, gittiği yerlere ondan önce gidiyor, henüz gideceğini bilmediği yerlerde bitiyor, sürekli onu izliyordum. Sapıklıktan öte, kendi hayat pratiğimi de sekteye uğratan bu eylemlerimi elbette bir gün fark etti. Yanıma usulca yaklaşıp, (“tanrım, bana yardım et, kalbim yerinden çıkacak,” diye dua ediyordum yaklaşırken”) “arkadaş olalım mı,” diye sordu. Daha önce hiç teklifle arkadaş olmamış olan ben, bütün acemiliğim ve ergenliğim dozajının yüksekliği ile çatlak bir “evet,” sürükleyebildim dudaklarımdan. Böylece arkadaş olduk, on sene.

“Bizi yeneceksiniz, elbette yeneceksiniz, çünkü şu an güçlüsünüz. Para, makamlar, insanlar köpeğinizdir, nereye isterseniz orayı işaret edersiniz, koşarlar. Fakat zaman, işte o köpeğiniz değildir, sizi yenecek olan da o’dur. Biz sadece zamanın gelişini hızlandırıyoruz, o kadar.”

İlk sevgilisinin katıldığı gençlik birliğinin duvarında yazan yazı, uzun süre aklımdan çıkmadı. “Zaman, köpeğiniz değildir.” Elbette zaman köpekleri değildi, fakat onlardan yanaydı, geçtikçe güçlendirdiği bu ne yaptığını bilmeyen genç ergen sürüsü değil, “onlar” dedikleri adamlardı. Servetlerine servet katan, güçlerine güç katan onlardı, biz değil. Yine de Metis’in peşinden sürüklendim ve böylece bir siyasi görüş edinmiş oldum. Sonradan üzerime giydirilmiş elbiseler gibi, sonradan edinilmiş bu tür görüşler de oldum olası potluk yapmıştır bünyemde, yine de taşımasını ve çaktırmamasını iyi beceririm. Sonuçta dört yıl boyunca birinin peşinden sürüklenmiş, puanım daha iyi yerlere yetmesine rağmen aynı bölümü yazmış, imkanlarım daha geniş olduğu halde aynı mahallede bir ev tutmuş ve ufkum daha geniş olduğu halde gelip giden tüm sevgililerine katlanmıştım. Hepsi aşağı yukarı aynı tipte, aynı sosyal sınıfta ve aynı fakirlikte adamlardı. Çoğu borç batağında ya da batağa girmek üzereydi. Yüzde doksanı uyuşturucu kullanıyor, fakat çoğu zaman onu alacak parayı bile zar zor buluyorlardı. Benim gibi aile imkanları ile aşağı yukarı iyi bir işin getireceği hayatı yaşayan üniversite öğrencileri, onlar için ancak yolunacak tavuklardı. Ben bunun farkındaydım, bu yüzden tüylerimi koruyordum, fakat Metis sanki bile isteye yolunuyordu. Zoruma gitse de, karışamıyordum. Çünkü özgür insanlar sefilliklerinde de özgür olmak isterler, başkasının lafıyla rahat etmek yerine, kendi fikirleriyle batağa düşmek onlara yeğ gelir. Bu yüzden yorumsuzca ve sessizce, batağa giden yolları Metis fark etmeden engellemeye uğraşıyordum. Birkaç kere eve getirilen paketler -nasıl olduysa- kayboldu, bir iki kere hazırlanan düzeneklerin belli yerleri çatlak olduğu için kullanılamaz hale geldi, en sonunda Metis tüm bunların evrenin hazırladığı bir tür “uyuşturucuya bulaşma” mesajı olduğunu düşünüp hepten vazgeçti. Toplumdan korkmayan birinin evrenden bu kadar korkması bana hep ilginç gelmişti, fakat düşününce, evren toplumdan epey bir büyüktür.

Bunlar olurken parmaklarında çevirdiği bozuk para gibi hep yanındaydım, fakat sessizce gözlemliyordum sadece. Olabildiğince az konuşuyor, bazı zamanlar evimde onu düşünüyor, çoğu zaman buluştuğumuzda yakındığı sevgililerinin hikayelerini dinliyordum. Okulu bitiremeyeceği açıktı, ben de ne kadar az çalışırsam çalışayım kapasitemden düşük bir yerde okuduğum için hasbelkader mezun oluyordum, kader bizi sonunda ayırıyordu.

Aynı okulda iki sene daha okumaya karar verdikten sonra, toplamda on yıllık arkadaşlığımızın sonuna geldiğimi hissediyordum. Olur olmaz parmaklarına dalıyor, o paranın bu kadar zamandır nasıl kaybolmadığını düşünüyordum. Ne harcanabiliyor ne de terk edilebiliyordu, garip bir hayat alışkanlığına dönüşmüştü. Ya harcasın ya da peşini bıraksın paranın, diye düşündüm, sürekli parmaklarında çevirdiği bir oyuncak gibi davranması adil değildi. O çevirdiği şey, başkaları için temel değerlere ulaşmayı sağlayacak kapıları açabilirdi. Ne kadar küçük olursa olsun, para paradır. Ne kadar küçük olursa olsun, harcandığında bir anlama gelir, çevrildiğinde değil.

Üst üste üç gece aynı rüyayı gördüm. Metis nasıl olmuşsa beni küçültmüş ve o bozuk paranın üstüne bağlamıştı. Dört yanımdan iplerle gerilmiş bir halde paranın üzerinde duruyor, o çevirdikçe parayla beraber ben de dönüyordum. Her seferinde dehşet terlemiş olarak uyanıyordum. Sonunda artık hislerimi açmanın vaktinin geldiğini düşündüm. Ve, bildiğiniz gibi, sonu hüsran oldu.

Hesabı istedikten sonra, bakışlarımı masaya çevirdim, önümde duran bozuk paraya baktım. Metis, bir hatıra olarak bunu bana vermiş olmalıydı. Elime aldım, artık yıllardır izlediğim için hiç yapmamış olsam da uzmanlaşmış olduğum bir refleksi tekrarlar gibi parmaklarımda çevirmeye başladım. Çevirdikçe içimin soğuduğunu, rahatladığımı hissettim. Meğer, başından beri istediğim, bozuk paraymış.

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

Comments (

0

)

%d blogcu bunu beğendi: