
Bütün büyük kazançlar, korkunun diğer tarafında.
Başımı kaldırıp içimdeki devasa yüke baktığımda, midemden gelen kusma isteğini zorla bastırdım. Zaman belli belirsiz geçerken en çok kötü anıları kazıya kazıya yolunu çizer. Ne zaman geldiğiniz tarafa baksanız arkanızda koca, çirkin, pişmanlıklarla dolu bir yaşam patikası bıraktığınızı görürsünüz. Aynı nehirde iki kere yıkanılmaz, yaşam nehri kirlidir, insanlar bir suyu asla buldukları gibi bırakmazlar. Nefes aldım. Nefes almak dahi bir işmişçesine yoruyor bazen bedeni. Bunu da duyumsadım, elimdeki bozuk paraları çevirirken, “bunu da duyumsuyorum, kalbim atıyor, korkma,” dedim içimden. Yaşıyordum, tüm bu zaman ısırıklarına ve pişmanlık patikalarına rağmen, er ya da geç, bir ferah nefes atımı için, ilerliyordum işte, beni yaralayan zamanın içinde usulca.
İsteğin nerede başlayıp, tutkunun nerede yittiğini; kötü giden işlerin hiç düzelmeyecekmiş gibi görünen döngülerinin nasıl da bir bir kırıldığını; yaşamın içinden hiç sabahını göremeyecekmiş gibi hissettiğin kaç geceden sağ çıktığını hatırla. İçimden tekrar tekrar, bir dua gibi fısıldıyorum bu cümleleri. “Bak Kahor!” diye bir bağırış yankılanıyor kulağımda. Garip, insana en çok aslında bakarken bağrılması, zaten açık gözlerine sanki bir görme ödevi verilircesine yükseltilen sesler… Sesler, aynalar gibi imliyorlar birbirlerini anılarda, sanki biri diğerine götürmek için oluşuyor ve kayboluyor. Dalmışım, diyorum içimden, seslerle kaybolmuşum. Uzun bir yolculuktan çıkmış ya da saatlerce oturmuş gibi, ikisi de aynı atıl depresif döngünün kardeşleri. İnsan hiçbir şey yapmadığı bir günden de çok yorgun çıkabilir, bütün dünyanın işini hallettiği bir zamandan da, her şey perspektif, içinin konumuna bağlı.
Sırtımdaki metalin soğuk hissini sevmeye başladım yavaş yavaş. “Bak Kahor, al bu silahı!” ya da “Bak Kahor, sen bilmezsin onları!” hatta, “Bak Kahor, bu işi yapacaksan; kalemin bu, bununla yazacaksın!” aynı tınlayabiliyor kulakta. İşin sonunda belinizde bir tabanca, kafanızda sesler ve karmakarışık bir ruh haliyle, bir metro istasyonunun önünde belirli bir hedefi bekler halde bulabiliyorsunuz kendinizi. Bozuk parayı daha hızlı çevirmeye başladım, yavaş yavaş parmağımı kızarttığını hissediyorum. Ne garip, canlı ya da cansız her şey, birazcık sıktığınızda gücü dahilinde karşılık vermeye çalışır. Her zaman muhattabına değil, belki başka bir şekilde hep muhattabına. Tetiğe basarsanız, kurşun tekme yer; babanızı vurduğunuzda, kardeşiniz ağlamaya başlar. Hume, “düğmeye her bastığınızda lambanın yanması, lamba ile düğme arasında illa bir neden sonuç bağıntısı olduğunu göstermez,” der, fakat düğmeye bastığımızda ve lamba yanmadığında nasıl garipsiyorsak, hayatta doğru olduğunu düşündüğümüz şeyleri yaptıktan sonra da beklediğimiz şeyler olmadığında, garip kekre bir hisle dolar içimiz. Hume pek hayal kırıklığı yaşamamış anlaşılan, kuru götlü felsefecilerin lakırdıları bu yüzden, gerçek hayata ancak anektod niteliğinde uyarlanabilir, geri kalanı bir savruluş halinde yaşanır ve ilerler, verdiğimiz tepkiler oldukça spontan olur.
Saat yaklaşıyor, “Bak Kahor, sakın kaçırma hedefi!” Parmağımın ucu hafif hafif morarmaya başladı. Paranın insanın elinde durdukça ona zarar vermesi ne kadar da şiirsel. Oysa iki bank ötede dertli dertli sigara içen beyaz saçlı emekli dayı bu şiirsellikten habersiz, aklında emekli maaşına ne kadar zam geleceğini hesaplayan karmaşık matematik hesaplarıyla içtiği sigarasını öyle mahsun mahsun tüttürüyor. Gidip, “amca birazdan burası panayıra dönecek, kalk siktir git belanı bulma,” desem, ama çok kibarmışçasına söylesem, korkup kaçar mı yoksa bütün planın içine edecek şekilde musallat olur mu? Kim bilir. Uyarmayacağım, insanın hayatında belki bir kere şahit olabileceği canlı bir aksiyon sahnesini onun elinden almaya niyetim yok; ayrıca, yaşlılar iyidir, şahitlikleri hep bir bunaklık şüphesi ile yoğrulu olur.
Ve hedef geldi…
Bak Kahor, adamı giydiği ceketten tanıyacaksın. Bembeyaz, kar tanesi gibi tertemiz bir ceket giyiyor olacak. Hızlıca halledip, yavaşça terk edeceksin. Ölüm hızlı, kaçış yavaş. Yakalanırsan illa ki bir şekide kurtarırız seni. Fakat vurkaç gibi görünmemesi lazım. Sanki yaptıklarının doğal bir sonucuymuş da, emir kulu olarak sana yüklenmiş bu görevi mağrur bir edayla ifa ediyormuşsun gibi görüneceksin. Korkarak değil, kararlı bir şekilde. Silahın sesiyle hesabına yatan paranın bildirim sesi aynı anda gelecek. Sonra artık ne hayalin varsa gerçekleştirirsin. Başka bir şehirde, başka bir hayata başlarsın. Hem de hayatında bir kere olsun, bir işe yaramış olursun. Yıllardır yanımızda korkak tavuk gibi hop oturup hop kalkarak zamanını geçiriyorsun. Olmayacak sorular soruyor, olmayacak cevaplar veriyorsun. Babanın hatrına seni yanımızda tutuyoruz ama hatır gönül de bir yere kadar. Eğer bu işi halledersen, hem kendini kanıtlamış olursun, hem de aramızda hep dönebileceğin bir yerin olur. Annene ve kardeşine de bir hayat sunmuş olursun, fena mı? Olanları bir bir unut, iki kat pijama giyip sırtını duvara dayayarak uyumayı bırak, uyandığında eşofmanının ipini kontrol edip derin derin nefes alarak uyandığın kabuslarından sıyrıl. Seni iyi tanırım, bu yüzden de düşmanını en iyi tanıyan kişiyim. Belki böylece bir taşla iki kuş vurmuş olursun ya da bir kurşunla iki insanı temizlersin. Hem pisliğin tekini, hem yaralı vicdanını. Unutma, istediğin ne varsa, korkunun öbür yanına gizlenir, korkunun diğer tarafında bekler.
Sırtımdan silahı sıyırıp, bana doğru gelen beyaz ceketli adama doğrulttum, artık uykularımda korkmak yoktu, o günler geride kaldı.
“Bütün büyük kazançlar, korkunun diğer tarafında,” diye fısıldadım. Emekli amca sigarasından son nefesini çekiyordu, havada garip bir koku vardı.
Bir Cevap Yazın